Gözetim kapitalizmi – Tekno-feodalizm – Tekno-otoriterlik

Güç ilişkilerini anlamak için, Silikon Vadisi’nin tam olarak ne olduğunu sorgulamaya biraz zaman harcamamız gerekiyor. Soru, vadinin ilk günlerinden beri Dünya’nın gök kubbesi altındaki birçok varlığa musallat oldu: Kaliforniya’da yaşayan yerli halklar, onları yok eden yerleşimciler, yakında kurban edilecek ekoloji, bedenleri (o zaman ve şimdi) metastazını körükleyen göçmenler, hayallerini sürdüren öjenistler, sübvanse eden devlet planlamacıları, […]

(Çevirmen)

Güç ilişkilerini anlamak için, Silikon Vadisi’nin tam olarak ne olduğunu sorgulamaya biraz zaman harcamamız gerekiyor. Soru, vadinin ilk günlerinden beri Dünya’nın gök kubbesi altındaki birçok varlığa musallat oldu: Kaliforniya’da yaşayan yerli halklar, onları yok eden yerleşimciler, yakında kurban edilecek ekoloji, bedenleri (o zaman ve şimdi) metastazını körükleyen göçmenler, hayallerini sürdüren öjenistler, sübvanse eden devlet planlamacıları, üzerinde spekülasyon yapan finansçılar ve bazen ıstırap çeken bazen tapan tüketiciler.

Yıllar geçtikçe sorunun payı gittikçe arttı. Kademeli işten çıkarmalar ve devalüasyon döngülerine rağmen, Palo Alto hala ekonominin hakim tepelerini kontrol etmeyi amaçlıyor. Sektör, on trilyonlarca dolarlık değerle, bölgede yüz binlerce işle şişiniyor ve her ikisiyle de uyumlu insanlar (risk kapitalistleri, kurucular, teknoloji yöneticileri vb.) kendilerini giderek daha nadir görülen iktidar çevrelerine entegre ettiler ve siyasetimizi, kültürümüzü, ekonomimizi, toplumsal ilişkilerimizi ve hukuk sistemimizi yavaş yavaş kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırıyorlar.

O halde Silikon Vadisi ve operasyonları hakkında ne düşündüğümüz, tepkimizin doğasını şekillendireceği için önemli. Silikon Vadisi kamulaştırılacak mı yoksa yüceltilecek mi? Onu kontrollü bir yıkıma mı maruz bırakacağız yoksa topluluk mu onun suretinde yeniden yapılmalı? Bu sermaye, teknoloji ve güç rabıtasından memnun muyuz yoksa başka bir teknolojik gelişme tarzıyla mı ilgileniyoruz?

Öyleyse, en iyi çabalarına rağmen, son birkaç yılda birçok eleştirmenin ve dalkavuğun birbirine benzemeye başlaması şaşırtıcı değil. Kapitalizmin sona ermekte olduğu konusunda ısrar ediyorlar çünkü güçlü dijital teknolojilerimiz son birkaç yüzyılda Dünya’ya hakim olan üretim tarzını çözüyor. Gözetim kapitalizmi, tekno-feodalizm ve tekno-otoriterlik, aynı dilin farklı lehçeleridir: gerçekliğimizi doğru bir şekilde tanımlayamayan yapay bir dil. Bu lehçelere uzun bir süre tutunursak, tam olarak neyle uğraştığımızı ve bu konuda ne yapacağımızı doğru bir şekilde değerlendirmekte o kadar zorlanacağız.

Bu teorilerin en bilineni Harvard Business School profesörü Shoshana Zuboff’un 2018 tarihli tuğla gibi kitabından (ve başlığından), Gözetleme Kapitalizmi Çağı: Gücün Yeni Sınırında İnsan Geleceği İçin Savaş‘tan geliyor. Zuboff kitapta kapitalistlerin dijital teknolojilerden hesaplama kaynaklarını genişletmek, veri analizi araçları geliştirmek ve en önemlisi yeni dijital hizmetler üretmek için yararlandıklarında ısrar ediyor. Zuboff bize başlangıçta Google’ın davranışsal değer yeniden yatırım döngüsü olduğunu söylüyor. Arama sorguları gibi kullanıcı etkinlikleri, dijital deneyimleri iyileştirmek veya yenilerini sunmak için analiz edilen veriler oluşturdu. Bu, daha fazla kullanıcı çekti, daha fazla veri sağladı ve böylece huzurlu dijital cenneti büyüttü. Google’ın bu döngüden para kazanması gerekiyordu, bu yüzden reklamlar aracılığıyla cennet bahçesine bir yılan soktu. Ardından Google mukadder bir keşif yaptı: “atıl veri”1çn. data exhaust, çevrimiçi etkileşim ve faaliyetler sonucu arka planda bu faaliyetlerin yan ürünü olarak ortaya çıkan veriler, yani kullanıcı dijital davranışının yan ürünü, atılacak bir atık değil, çıkarılacak bir altındı. Web aramaları yalnızca sonuç üretmez; veri de üretirler: sorgunuzu yazma şekliniz, farenizin ısı haritası, ziyaret ettiğiniz veya etmediğiniz sayfalar ve daha fazlası. Aslında bu atıl veri kullanıcılarının ürettiği verilere dayalı öngörücü modellemeyi dahil ederek Google’ın gelişen reklamcılık işini destekleyebilen “davranışsal bir artık”tı. Zuboff, bu durumun işi bitirdiğinden yakınıyor: Google, davranışsal bir artığa dayalı iş modeli için davranışsal değer yeniden yatırım döngüsünü terk etti. Kullanıcılarını av olarak görmeye, daha fazla davranışsal artık avlamaya ve daha büyük gözetim araçlarına yatırım yapmaya, “gözetim sermayesi” biriktirmeye ve sonunda insan davranışını etkilemeyi ve belirlemeyi amaçlayan geniş bir çıkarımsal ve öngörücü altyapı geliştirmeye başladı. Güle güle kapitalizm, merhaba gözetim kapitalizmi.

Kitap geniş çapta övgü alırken, akademisyen akranlarından ve teknoloji eleştirmenlerden eleştiri aldı. St. Andrews Üniversitesi’nden profesör Kirstie Ball, kitabın, ilgili gözetim literatüründen alıntı yapmayı reddederek, böylece alanı zayıflatan ve somut sonraki adımlar açısından utanç verici derecede az şey sunmasına neden olan çok sayıda argümanı tekrarladığını belirtiyor. Ball, nihayetinde, metni “eğitimli işletme okuyucusunun teknoloji platformlarının muazzam gücünü tanıması için bir uyandırma çağrısı olarak tasarlandığı” şeklinde suçluyor. Bazı etkilere neden olabilir, ancak nihayetinde “seçkin bir kütüphaneden ziyade bir havaalanı kitapçısında bulunma olasılığı daha yüksek”. 

Brock Üniversitesi’nde profesör olan Blayne Haggart, bu kitabı derslerde kullanmayacağını söyleyerek biraz daha ileri gidiyor, çünkü “akademik bir çalışma olarak, sağlamamız gereken standartların çok gerisinde kalıyor”. Balls’un alıntı yapma ve edebiyatla etkileşim konusundaki endişelerini yineliyor, ancak Zuboff’un kendi analitik çerçevesini gizlemek için büyük çaba sarf ettiğini ve kanıt yetersiz olduğunda genellikle abartıya yaslandığını ekliyor. 

Haggart, Zuboff’un gözetim kapitalizmi altındaki insanları izinsiz avlanan fillerle karşılaştırmasını bir örnek olarak sunuyor. Zuboff 2015 tarihli bir makalesinde kaçak avcıları Büyük Bir Öteki olarak görüyor, bunu “doğa ile Tanrı arasında bir yerde var olan yeni bir evrensel yapı” olarak tanımlıyor. Büyük Öteki “davranışlarımızı artık için avlar ve vücudumuzda, beynimizde ve atan kalplerimizde barındırılan tüm manayı geride bırakır”. Biz ürün değiliz; terk edilmiş bir fil leşiyiz. Haggart, yapılması gereken çok az şey olduğunu öne süren varoluşsal bir metafor, fakat bu konu hakkında açık bir biçimde düşünmemizi engelleyen basitleştirilmiş bir metafor diye not düşüyor. Bazı insanların olumsuz dışsallıklarına rağmen sosyal medyadan hoşlandıklarını hatırlarsak, kapitalist reformcular bu tür bir çıkmaz için oluşturulmuş, vergiler veya işletmenin tamamen düzenlenmesi veya kaldırılması gibi köklü politika çözümleri peşinde koşabilirler. 

Zuboff’un kitabı ve teorisi hakkında başka eleştiriler de var. Bunlardan en önemlisi, teknoloji eleştirmeni Evgeny Morozov’un Zuboff’un argümanının temellerini sorgulayan 14 bölümlük, 16.000 kelimelik incelemesinden geliyor. Zuboff’un teorisinin, kapitalizme belirli bir bakışa dayandığı gözleminde bulunuyor: işlev bozukluğunun, sanayisizleştirme veya kâr arayışı gibi tarihsel ve hatta sistemik özelliklerin bir ürünü olmadığını, daha ziyade “belirli örgütsel düzenlemelerin önlenebilir sonuçları, daha önceki dönemlerde kullanımları olsa da şimdi bilgi teknolojisi ile eskimiş hale getirilebilir”. Burada ayrıca, Harvard işletme tarihi profesörü Alfred Chandler ve akıl hocası sosyolog Talcott Parsons’a kadar uzanan entelektüel bir soybilim de var; sosyal sistemler, belirli parçalarla karşılanan belirli ihtiyaçları olduğu için çalışır — tarih bu ihtiyaçları değiştirir, bu da o parçaların işleyişini değiştirir, bu da toplumu uyum sağlamaya zorlar. Chandler’ın kendi büyük “yönetimsel kapitalizm” teorisi totolojik bir karmaşaydı: güç ilişkilerini görmezden gelen, teknolojik değişime öncelik veren, kapitalizmi analiz ettiğini fark edemeyen ve araştırmayı başlatan temel önermeyi zorlaştıran kanıtları görmezden gelen analitik bir tarih modeli.

Bu, Zuboff’un çalışmasının itici gücüdür. Gözetim kapitalizmi, gözetim kapitalizminin zorunlulukları tarafından yönlendirilir; bu, incelemesini, kullanıcılardan davranışsal artık çıkaran firmalar arasındaki ilişkilere daraltır ve dijital ekonominin geniş alanlarını görmezden gelir. Silikon Vadisi’nin katalizlenmesine yardımcı olan jeopolitiği, girişimlerini besleyen sermaye kaynaklarını, günlük yaşamı şekillendiren büyük platformlardaki iş ilişkilerini, kriptodan doğanın kendisine kadar değişen kıymetlendirme planlarını, hesaplama kaynaklarının yoğun mülkiyetinin etkilerini ve daha fazlasını bir köşeye kaldırıyoruz. Aslında, dijital ekonominin başka bir yerinde ortaya çıkan dolaylı fenomenleri (ve diğer gözetim türlerini!), teorimize uymadıkları için, normalleştirecek şekilde belirli fenomenlere (reklamveren devlerin gözetimine) aşırı odaklanıyoruz. Bununla birlikte, gözetim kapitalizminin teorileştirmelerine uyamamaları, politikamız, çalışma ilişkilerimiz, sosyal yaşamlarımız, kültürümüz, ekonomimiz ve ekolojimiz üzerindeki etkilerinin gerçekliğini azaltmaz, sadece gözetim kapitalizminin muhtemelen işe yaramaz bir teori olduğu anlamına gelir. 

Morozov’un otopsisine rağmen, Zuboff’un gözetim kapitalizmi, dijital ekonomi anlayışımızı geriletecek kadar etkili oldu. Zuboff’un etkisine geçmeden önce, Monthly Review’da John Bellamy Foster ve Robert W. McChesney tarafından sunulan farklı bir gözetim kapitalizmine bakmaya değer.

Foster ve McChesney’in 2014 tarihli makalesi, basit bir önermeye sahip uzun bir makaledir: 2. Dünya Savaşı, ABD ekonomisini Büyük Buhran’dan hegemonik üstünlüğe taşıdı, ancak devlet planlamacıları bunun geçici olacağından hala endişe duyuyorlardı çünkü “iç talep, üretim sisteminin yarattığı muazzam ve büyüyen potansiyel ekonomik artığı soğurmak için yetersiz kalacaktı, böylece yenilenmiş bir ekonomik durgunluk ve depresyon durumuna yol açacaktı”. Bu amaçla, endüstrideki ve hükümetteki planlamacılar bu artığı soğurmak için üç büyük kampanya düzenlediler: Madison Caddesi üzerinden kurumsal bir pazarlama devrimi, yurt dışındaki pazarların emperyal kontrolüne ve teknolojik yeniliğe bağlı bir askeri-sanayi kompleksi, ve bu iki çaba azaldığında finansallaşmanın yükselişi ortaya çıktı. 

Pazarlama, “son derece organize bir müşteri gözetimi sisteminin, propagandayı hedeflemenin ve nüfusun psikolojik manipülasyonunun” teknik olarak geliştirilmesini gerektiriyordu. Aynı zamanda, oligopoller arasındaki gizli anlaşma fiyatların yalnızca yükselmesini sağladığından kapitalist rekabeti dönüştürdü ve bunun yerine kavgalar ürün farklılaştırması gerektiren, belirli tüketici gruplarını oluşturabilecek ve koruyabilecek iletişim teknolojilerinin geliştirilmesi üzerindeki baskıyı yoğunlaştıran, sürekli büyüyen reklam ve pazarlama çabalarına uyum sağlamak için daha önce açık olan alanın ve yayıncılığın özelleştirilmesini hızlandıran “belirli markalar için pazar payı” üzerineydi. 

Foster ve McChesney’in kalıcı bir savaş devleti olan “gözetim kapitalizmi”nin ikinci ayağı, ironik bir şekilde, General Dwight D. Eisenhower tarafından 1946’da “Askeri Varlık Olarak Bilimsel ve Teknolojik Kaynaklar” konulu bir genelgede kuruldu. Eisenhower, “askeri-sanayi kompleksi” konusunda uyarmadan yaklaşık 15 yıl önce, ulusal güvenliğin, sivil bilim insanlarını özel firmalar ve müteahhitlerle birlikte sıkı ve işbirliğine dayalı bir ilişki içine sokan devasa bir aygıtın oluşturulmasına bağlı olduğu konusunda ısrar ediyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın endüstriyel kapasiteye ve bilimsel yeniliğe tabi kılınması, yeni kurumlar ve yeni teknolojilere başvurularak süresiz olarak çoğaltılacak ve sürdürülecekti. Askeri Keynesçilik için bir rota çizmeye yardımcı olacak Ekonomik Danışmanlar Konseyi gibi gruplar, ulusal ve ekonomik güvenlik için kitlesel yeniden silahlanmayı haklı çıkaran jeopolitik bir strateji çağrısında bulunan MGK-68 gibi belgeler üretecek Ulusal Güvenlik Konseyi, ve yurt içi ve yurt dışında elektronik gözetime öncülük etmek için Ulusal Güvenlik Ajansı gibi kurumlar. Toplumsal denetim arzusu, ister siyasi düşmanları ezmek ister tüketici faaliyetlerini canlandırmak için olsun, istihbaratı hızla iletmek için ulusal elektronik gözetim programlarının ve bilgisayar sistemlerinin oluşturulmasını teşvik etti (MINARET, İnternet’in öncülü ARPANET, ECHELON, vb.). 

Üçüncü ayak olan finansallaşma, finansal kurumlar sermayenin yatırım yapması için spekülatif ürünler yaratırken, ilk ikisi neoliberal dönemde bocalamaya başladığında ortaya çıkar, ancak yüksek hızlı bilgisayar ağları yangına bir hızlandırıcı ekler. Foster ve McChesney, [finansallaşmanın] “Reklamcılık ve ulusal güvenlik gibi, veriye doyumsuz bir ihtiyacı vardı” diye yazıyor. “Kârlı genişlemesi büyük ölçüde hane halkı ipoteklerinin menkul kıymetleştirilmesine dayanıyordu; kredi kartı kullanımının muazzam genişlemesi; ve sağlık sigortası ve emeklilik fonlarının, öğrenci kredilerinin ve diğer kişisel finansal unsurların büyümesi”. Finansal işlem verilerinin toplanması katlanarak artar, büyük şirketlerde yaygın bir uygulama haline gelir ve tüm bir veri madenciliği, veri analitiği, veri simsarlığı endüstrisini ve “ayrıcalıklı tescilli davranışsal içgörüler” vaadini teşvik eder.  

Alternatif gözetim kapitalizmine bu hızlı bakışla, Zuboff’un budanmış tarihinde, büyük İnternet şirketlerine (özellikle Google ve Facebook’a) ve özellikle 9/11 ve sonrasındaki güvenlik devletiyle yeni karşılaşmalara tekil olarak odaklanmasını göz önüne aldığımızda, nelerin kaybolduğuna dair bir fikir ediniyoruz. Bu tarihi görmezden geldiğimizde, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kapitalizm için gözetimin ne kadar temel olduğunu kavrama şansından mahrum kalıyoruz. Aynı zamanda birkaç semptom yerine hastalığı tedavi etmekle ilgileniyorsak, bu etkinin kökenlerini gözden kaçırmak, saldıracak noktaları da gözden kaçırdığımız anlamına gelir.

Zuboff’un mirasçıları arasından en önemlileri, kapitalizmin öldüğünü ve Büyük Teknolojinin onu öldürdüğünü iddia eden teknoloji eleştirmenleri, tekno-feodalistler. Takdir edilecek bir şekilde tarih, ekonomi ve siyasetle tekno-feodalist etkileşim Zuboff’unkine kıyasla önemlidir. Anlatımlarına göre kapitalistler (özellikle teknoloji kapitalistleri) artık kârlarını daha fazla üretmek için yeniden yatırıma dönüştürmüyorlar, bunun yerine işçiler ve tüketiciler tarafından üretilen değer üzerinde tam bir tekel denetimi yoluyla kâr değil rant üretmek için feodal tımarlara benzeyen platform tekelleri yaratıyorlar.

Yunanistan eski maliye bakanı Yanis Vaorufakis Teknofeodalizm: Kapitalizmi Ne Öldürdü2çn. Technofeudalism: What Killed Capitalism adlı yeni kitabında, dijital efendilerimizin (“bulut kapitalistleri”) davranışlarımızı öngören ve manipüle eden algoritmalar oluşturmak için “bulut sermayesinden” yararlandığını ve yanı sıra işçileri (“bulut proleteri”) ve tipik olarak bir tür karşılığı ödenmemiş emek türü olan veri üreten kapana kısılmış kullanıcıları (“bulut serfleri”) sömürmek için platformlar oluşturduğunu öne sürüyor. Fransız ekonomist Cedric Durand 2020 tarihli kitabı “Teknofeodalizm: Dijital Ekonominin Eleştirisi”3çn. Technofeudalism: What Killed Capitalism, New Left Review’da bu kavramı tartışan 2022 makaleleri4çn. Technofeudalism: What Killed Capitalism ve yakın zamanda yayınlanan “Silikon Vadisi Tekno-Feodalizmi Nasıl Serbest Bıraktı?”5çn. How Silicon Valley Unleashed Techno-feudalism: The Making of the Digital Economy | Verso Books adlı kitabında kapitalizmin neden kâr amaçlı rekabet yerine çeşitli rant yöntemlerine yol açacak şekilde üretime yeniden yatırım yapmaktan devlet zoruyla desteklenen maddi olmayan (dijital) varlık tekelleri rejimlerine kaymış gibi göründüğünü tespit etmek için büyük çaba sarf ediyor.

Malcolm Harris’in NYMag için yazdığı gibi, teknofeodalistlerin “endüstrinin kendi reklamını yaparak şişinmesini tekrarlama gibi kötü bir alışkanlığı var” gibi görünüyor. Amazon, Google ve Facebook gibi firmaların rekabet karşıtı uygulamalarının kapitalizmden sapmalarının kanıtı olduğunu savunarak, hesaplamanın kapitalizmi dönüştürdüğü konusunda ısrar eden yatırımcılarla uyuşuyorlar. Harris’in belirttiği gibi, teknoloji firmalarının kendileri kiracıdır, operasyonlarını ayakta tutan hesaplama kaynaklarının çoğunun denetimi kendilerinde bile değil. Cory Doctorow’un Gözetim Kapitalizmini Nasıl Yok Etmeli kitabında belirttiği gibi toplumsal denetim gerçekken, algoritmik toplumsal denetim, bu iddialara dayanan çok sayıda şişirilmiş endüstriyi ve kurumsal değerlemeyi sürdürmek için bir pazarlama stratejisi gibi görünüyor.

Tekno-feodalistler (çoğunlukla, şüphesiz Marksist olmayan Zuboff’un fikirlerine bel bağlayan Marksist bilim insanları) yine de liberaller arasında kendi haleflerini doğurabilirler. Atlantik’te genel yayın yönetmeni Adrienne LaFrance, Şubat 2024’te “Tekno-otoriterliğin Yükselişi” başlıklı bir yazı kaleme aldı: Silikon Vadisi teknokratlarının demokrasiye bir tehdit olduğunu çünkü bu demokrasiye inanmadıklarını, onun yerine kendilerine inandıklarını savunuyor.

Birçoğu ifade özgürlüğüne koşulsuz destek verdiğini iddia ediyor, ancak onları pohpohlayan şeyler söylemeyenlere karşı kindarlar. Her türlü teknolojik ilerlemenin koşulsuz ve doğası gereği iyi olduğu; basitçe sırf yapabildiğiniz için her zaman yapmanız gerektiği; bilginin kalitesinden bağımsız olarak sürtünmesiz bilgi akışının en yüksek değer olduğu; mahremiyetin antika bir kavram olduğu; makine zekasının bizi geçeceği günü memnuniyetle karşılamamız gerektiği gibi eksantrik inançlara sahip olma eğilimindedirler. Ve hepsinden önemlisi güçlerinin kısıtlanmaması gerektiğine inanıyorlar. Kurdukları veya inşa ettikleri sistemler (iletişimi yeniden kurmak, insan sosyal ağlarını yeniden oluşturmak, yapay zekayı günlük hayata sızdırmak ve daha fazlası için) bu inançları ne danışılan ne de genellikle anlamlı bir şekilde bilgilendirilen insanlara dayatıyorlar. Tüm bunlara rağmen hala maceracı ezikler olduklarına yönelik saçma efsaneyi sürdürmeye çalışıyorlar.

Silikon Vadisi’nin, liberalizmden arınmış bir moderniteyi özleyen ve aynı zamanda topluma en iyi şekilde kendi egemenlikleri altında hizmet edileceğine dair yanılsamaya kapılmış gerici bir kalabalığa ev sahipliği yaptığı doğrudur. Ama neden? Tekno-otoriterlik gibi bir teori sunacaksak, neden böyle bir kopuş olduğuna dair de bir teori bulmalıyız. LaFrance bize bir totoloji sunuyor: Yenilikçiliğimizin hızını ve dijital teknolojilerin zaferini hızlandıran bu bireyler, bunu yenilikçiliğimizi hızlandırmaya ve dijital teknolojilerin zaferine öncelik veren fikirlere borçludur. 

Üzücü gerçek şudur: Silikon Vadisi ve gericileri ne ektilerse onu biçiyorlar. Silikon Vadisi, Olimpos’tan kaçırdığımız bir Prometheus alevi değil. Teknoloji, özgürlükçü ineklerin çok fazla parayla yozlaştırdığı ilkel bir güç değildir. Bu gerçek dünyadır, maddidir, tarihin güçlerinden her şey kadar etkileniyor. Bu güçler, ticaret, reklamcılık, emperyal macera, spekülasyon ve siyasi baskı için gözetim üstlenmemize yardımcı olan teknolojiye öncelik vermeyi tercih etmekten doğuyor. Günümüzün teknolojik kapitalist efendilerinin yarattığı varoluşsal tehdit çok daha kötüye gidecek. Kutsal yönetme hakları, rekabet ve demokrasiye ilişkin şüpheleri ve onlara benzemeyen diğer insanlar hakkında sahip oldukları komik fikirler… Açıkçası bu duruma zaten böyle geldik.

Kaynak: The Tech Bubble, 4 Kasım 2024